Çevre ve Enerji Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi | Vurgular
ÇEVRE ve ENERJİ TEKNOLOJİLERİ UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZİ
ÇEVRE ve ENERJİ TEKNOLOJİLERİ UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZİ

Vurgular

Paylaş

Fosil yakıt rezervlerinin riskli limitleri, enerjinin sürdürülebilir kalkınmadaki önemini giderek artırmaktadır. Küresel enerji tüketiminin 2040 yılına kadar yüzde 28 artacağı öngörülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek ekonomik büyüme oranları enerji tüketimlerini artırmaktadır. Enerjide değişen coğrafi ve ekonomik dengeler, enerji piyasalarının değişimlere uzun dönemli çözümler üretme zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Enerji politikaları, yeşil enerji ve yeni teknolojiler enerji pazarının gündemindeki öncelikli konular olarak ortaya çıkmaktadır. Öngörülerin gerçekleşmesi durumda, yenilenebilir enerji dünyanın en hızlı büyüyen enerji kaynağı olarak öne çıkacaktır. Yenilenebilir enerji kaynaklarındaki bu artışa rağmen kömür, petrol ve doğal gaz 2040’a kadar ana enerji kaynakları olarak konumlarını koruması ve küresel enerji tüketiminin yüzde 77’si 2040’ta hala fosil yakıtlardan sağlanması öngörülmektedir. Fosil yakıtlar arasında doğal gazın en hızlı büyüyen enerji türü olması beklenmektedir. 2017 yılı ortalamasında, küresel enerji tüketiminin %33’ü petrol ve sıvı yakıtlardan gelirken, 2040’a gelindiğinde bu oranın hafif bir düşüş ile %31 düzeyinde gerçekleşmesi beklenmektedir. Dünya genelinde nükleer enerji tüketiminin ise 2018-2040 arası dönemde 1,5 kat artacağı öngörülmektedir. Nükleer enerjinin de öngörülen bu artışla birlikte dünyanın en hızlı büyüyen ikinci enerji kaynağı olması beklenmektedir. Artan enerji talebi ve enerjide değişen dengeler, arz ve talep pazarlarını değiştirmektedir. Enerji ithalatçısı ve bu alanda dışa bağımlı ülkeler için enerji bağımlılığından kurtulmak, ekonomik bağımsızlığa ulaşabilmek açısından büyük önem taşımaktadır. Bunun yanında jeopolitik belirsizlik ortamı, fosil yakıt kullanımında sürdürülebilirlik çerçevesinde limitlere yaklaşılması ve dramatik sinyaller vermeye başlayan iklim değişikliği, ülkeleri kendi enerji döngülerini bir an önce yeniden yaratmaya zorunlu hale getirmektedir. İklim değişikliğine yönelik çözümler üretilirken, sadece alternatif enerji kaynaklarını artırmaya değil, enerji tüketimini azaltacak, enerji verimliliğine yönelik çözümler geliştirmeye de odaklanılması gerekmektedir. Ortadoğu’nun dünyanın petrol yatağı konumunda oluşu, Asya genelinde petrol ihtiyacının artması gibi birçok sebeple, enerji kaynaklarına güvenli erişim ve sürdürülebilir çözümler ülkelerin en önemli gündem maddesi olmayı sürdürmektedir.

Ülkemizde elektrik üretimi, üretimdeki pay sırasına göre, doğal gaz, hidroelektrik, taş kömürü ve linyit, ithal kömür, rüzgar, motorin ve fueloil gibi sıvı yakıtlar, jeotermal, biyogaz ve güneş enerjisi ile gerçekleşmektedir. Türkiye elektrik enerjisi kurulu gücü Ekim 2017 itibariyle 82.312 MW olarak gerçekleşmiştir, kurulu güçte doğal gazın payı % 28, hidroliğin payı % 33 ve kömürün payı % 21 olmuştur. TEİAŞ verilerine göre bu yıl 3822 santrale ulaşmıştır. EÜAŞ’ın bu üretim içindeki payı, bu yıl % 24,5 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin elektrik üretiminin en önemli kaynaklarından olan doğal gazda Türkiye’nin ithalat oranı % 99 seviyesinde gerçekleşmektedir. Enerjide yurt dışına bağımlılık oranını ciddi biçimde etkileyen doğal gazda, toplam rezervin 80 trilyon metreküpü (%43) Ortadoğu ülkelerinde, 54 trilyon metreküpü (%29) Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinde, 30 trilyon metreküpü (%16) Afrika/ Asya Pasifik ülkelerinde bulunmaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın enerji politikalarında yerli kaynakları daha verimli değerlendirmek üzere ortaya koyduğu teşvik çalışmaları ile arama çalışmalarında bir artış ve doğal gaz üretiminde küçük de olsa bir ilerleme olacağını tahmin edilmektedir. 2017 yılında ithalatta % 20,33 artış, üretimde % 3,8 daralma, ihracatta % 9,6 daralma, tüketimde ise % 17,67 artış gerçekleşmiştir. Doğal gaz ile üretilen elektrik kurulu gücü 2017 yılında 23.259 MW ve % 28,3 olarak gerçekleşmiştir. Doğal gazın elektrik üretimine yönelik kurulu gücü geçen yıllara göre pek fazla bir farklılık göstermemiştir. Elektrik üretimi içinde % 34 paya sahip hidroelektrik santraller; çevreye uyumlu, temiz, yenilenebilir, yüksek verimli, yakıt gideri olmayan, uzun ömürlü, işletme gideri çok düşük ve dışa bağımlı olmayan yerli bir kaynak olması nedeniyle önem taşımaktadır. Ülkemizin hidroelektrik potansiyeli, dünya toplamının %1 kadardır. Hidroelektrik santrallerinin meteorolojik koşullara bağlı bir üretim yöntemi olması zaman içinde sorunlara da yol açmaktadır.  Türkiye elektrik üretiminde % 21 payı olan kömürün, elektrik üretiminde dünya genelindeki payı % 41’dir. Türkiye’de 2017 yılında yerli kömüre bağlı kurulu güç 9.872 MW ile % 12 gerçekleşirken, ithal kömüre bağlı kurulu güç ise 7.473 MW ile % 9,1’lik bir paya sahip olmuştur. Ülkemiz elektrik üretiminde kömür, neredeyse tamamı ithal edilen doğal gaza karşı yerli bir kaynaktır.

Yenilenebilir enerjinin en önemli kaynaklarından biri olan rüzgar enerjisinde hem dünyada hem de Türkiye’de artan ölçeklerde çok sayıda yatırım bulunuyor. Dünyada 2015 yılında rüzgar enerjisinin 2030 yılında 1.749,8 GW’a ulaşması öngörülmektedir. Türkiye’de 2017 sonunda işletmede olan lisanslı rüzgâr enerji santrallarının kurulu gücü 6.353 MW olarak gerçekleşmiştir. Türkiye rüzgâr enerjisi potansiyeli 48.000 MW ve bu potansiyele karşılık gelen toplam alan Türkiye yüz ölçümünün yüzde 1,3’üne denk gelmektedir. Bu oranlar, rüzgar enerjisinin verimli olarak kullanılabilmesi için son derece avantajlı bir coğrafyayı ifade etmektedir. Güneş Enerjisi Potansiyeli Atlası’na (GEPA) göre Türkiye, 2.737 saat yıllık toplam güneşlenme süresi ve 1.527 kWh/m² yıllık ortalama güneş enerjisi miktarı ile güneş enerjisinden çok daha verimli yararlanabilecek bir konuma sahiptir. Güneş panellerinde yaşanan maliyet düşüşü ve panel verimlerinin artması güneş enerjisi yatırımlarına hız kazandırmaktadır. 2017 yılında oluşan güç 2060 MW olarak gerçekleşmiştir. Şebeke bağlantısı olmayan ya da lisanssız üretim kapsamında üretim yaparak tüketiminin önemli bir bölümünü bu yolla karşılayan hane ve tesis sayısının hesaplanamıyor olması, Türkiye’nin bu alandaki gerçek üretimini görmemizi engellemektedir ancak şebekeye bağlı güneş enerjisi üretiminin toplam tüketime olan katkısı % 2,5’e ulaşmış durumdadır. Türkiye’nin yerli enerji kaynaklarından biri olarak önem taşıyan jeotermal enerjinin potansiyeli 31.500 MW olarak değerlendirilmektedir. Jeotermal enerjinin elektrik dışı kullanımı ise 70.329 MW ve dünyada doğrudan kullanım uygulamalarındaki ilk beş ülke Çin, ABD, İsveç, Türkiye ve İzlanda olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de elektrik üretimine uygun jeotermal saha sayısı 2017 yılında 114.567 konut seviyesine yükselmiştir. Jeotermal kaynakların kurulu gücü 2017 yılında 1019 MW olarak gerçekleşmiştir. Türkiye bu rakamla jeotermal enerjiden elektrik üretimi konusunda en hızlı büyüyen ülke durumuna geçmiştir. Türkiye jeotermal enerjiden elektrik üretimi konusunda dünya sıralamasında, ABD, Filipinler ve Endonezya’dan sonra 4. ülke konumundadır. Bir diğer enerji kaynağı olarak biyokütle kaynağının enerjiye dönüştürülmesi, olumlu çevresel etkileri sebebiyle çok önemlidir. Türkiye’nin biyokütle atık potansiyeli, 8,6 milyon ton petrole eşdeğerdir. 2017 yılı sonuçlarına göre Türkiye’de bulunan biyogaz, biyokütle, atık ısı ve pirolitik yağ enerji santrallerinin toplam kurulu gücü 554 MW’e ulaşmıştır.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı nezdinde sürdürülen milli enerji ve maden politikası, 2017’deki tüm enerji hamlelerinin içeriğinde açıkça belirtildi. Hükümetin Yerli Enerjide YEKA Hamlesi adı altında uygulamaya koyduğu politikalar çerçevesinde; YEKA projeleri sayesinde doğayı koruyan, yerli ve yenilenebilir kaynakların elektrik üretimindeki payının artırılması, teknik personel anlamında yerli kadrolar uzmanlaşması, her alanda yerli üretime hız verilmesi, gerek güneş enerjisi gerek rüzgar santrallerinde elektrikte yerli üretimin payı hızla artırılması, yenilenebilir enerji santrallerinin üretim düzeylerinde ciddi artışlar yapılması, dışa bağımlılığın azaltılması sayesinde yerli üretim ile birlikte cari açığın önüne geçilmesi, cari açıkta enerjinin büyük pay sahibi olması, yerli ve milli enerjide cari açığın düşürülmesi, küresel çapta yenilebilir enerji alanında yapılacak dev projeler sayesinde kamu alanları üzerinde yenilebilir enerji kaynaklı elektrik santralleri ve bu santrallerde kullanılacak ekipmanların ağırlık olarak yerli kaynaklarla üretileceği fabrikaların kurulumlarına hız verilmeye devam edilmesi, tüketiciye her durumda yansıyan birim maliyetler üzerinde ciddi çalışmalar yapılması, yeni dönemle birlikte bu maliyetlerin düşürülmesi için yeni formüller hayata geçirilmesi, devletin yerli enerji kaynakları için her türlü desteğin verilmesi için çalışmalarını hızlandırması hedeflenmiştir. Enerji sektörü ve buna bağlı yatırımlar, bugün finans kuruluşlarının desteklemek konusunda en istekli oldukları sektörlerin başında gelmektedir. Türkiye enerji sektörünün kuşkusuz en güçlü olduğu konuların başında kaynak zenginliği geliyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bu alandaki stratejisini, ülkemiz sınırları içindeki tüm kaynakların etkili bir biçimde kullanılması konusunda belirleyerek ilk adımları attı. Akdeniz ve Karadeniz havzalarındaki rezervlere yönelik çalışmalardan, bor rezervlerinin çok daha verimli değerlendirilmesiyle ilgili bakış açısına kadar, hükümetin tutumu sektörün geleceğine yönelik olumlu sinyaller veriyor.

Çevre sorunlarının toplum yaşamını olumsuz yönde etkilememesi için, sorunları çözecek strateji ve politikaların geliştirilmesi ve uygulanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkemizde etkin hava yönetiminin uygulanması emisyon envanterleri, hava kalitesi modelleme ve hava kalitesi ölçümleri ile belirlenmiş alanlarda kirliliğin kaynakta kontrolüne yönelik eylemler ile mümkündür. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ulusal emisyon envanteri ile hava kirleticileri emisyonları yıllık toplamları sektörel olarak hesaplanmakta, kirliliğe en çok katkısı bulunan sektörler belirlenmektedir. Hazırlanmakta olan yerel emisyon envanterleri ile çalıştırılacak hava kalitesi modelleri, hava kirliliğiyle mücadelede önem verilmesi gereken eylemleri ortaya koyacaktır. Çevre sorunlarından biri de gürültüdür. Gürültünün kısa ve uzun süreli etkileri kişilerde; genel rahatsızlık, gece zaman diliminde uyku bozuklukları, çalışma performansında düşme, öğrenme zorluğu, stres kaynaklı sağlık etkileri, hipertansiyon, hormon bozuklukları ve zihinsel etkiler olarak kendini gösterdiği araştırmalarla kanıtlanmıştır. Özellikle şehirleşme ile birlikte başta büyük şehirlerde olmak üzere; artan motorlu taşıt trafiği, demiryolu trafiği, havaalanları ve endüstri tesislerinden dolayı gürültü oluşmaktadır. Bu çerçevede, şehirlerimizde akustik planlamanın yapılması, sessiz ve sakin alanların korunması için, hazırlanan stratejik gürültü haritaları ile eylem planlarının, çevre düzeni planları ile imar planlarında esas alınması önem arz etmektedir. Türkiye’de hava kalitesi şu anda 195 sabit ve 4 mobil hava kalitesi ölçüm aracıyla günde 24 saat süreyle ve saatlik sonuçlarla izlenmektedir. Isınma kaynaklı başlıca hava kirleticileri olan partikül madde ve kükürtdioksit 81 ilde 195 noktada ölçülmektedir. Hava kalitesinin daha az belirsizlikle daha çok parametrede ölçülebilmesi açısından bu sayının 330 olması hedeflenmektedir. AB Mevzuatına uyum süreci kapsamında 2008 yılından beri hava kalitesi sınır değerleri kademeli olarak azaltılmakta olup partikül madde ve kükürtdioksit parametreleri için AB sınır değerlerine 2019 yılında ulaşması öngörülmektedir. İklim değişikliğiyle mücadele için Sera Gazı Emisyonlarının azaltılması amacıyla, İklim Değişikliği Eylem Planının yayımlanması, çeşitli uluslararası mekanizmaların değerlendirilmesi, ulusal mevzuata aktarılması ve uygulanması gibi çeşitli çalışmalar gerçekleştirilmektedir. İklim değişikliğinin ulusal düzeyde etkileri, etkilenebilirlik seviyesi ve riskler ile öncelikli uyum seçenekleri ve bunları uygulamanın maliyeti belirlenecektir. Ayrıca, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hedefi 2023 yılında ise tüm belediyelerin atık su arıtma tesisine kavuşmasını sağlamaktır. Ülkemizde hızlı ekonomik büyüme, şehirleşme, nüfus artışı ve refah seviyesinin yükselmesi atık türleri ve miktarındaki artış her bir atık türü için ayrı yönetim sistemi kurmak yerine tüm atıkları içine alan entegre bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Entegre atık yönetimi, atıkların geri kazanımı ve nihai bertarafı için gerekli uygun yöntem, teknoloji ve yönetim esaslarının seçilmesi ve uygulanmasıdır. Entegre atık yönetiminin temeli, atık yönetimi, atık önleme, atık azaltma, yeniden kullanım, geri dönüşüm, enerji geri kazanma, bertaraf hiyerarşisine dayanmaktadır. Ülkemizde atık yönetimi sektörü özellikle geri dönüşüm ve geri kazanım faaliyetlerindeki büyük kapasite artışı ile kaynak verimi konusuna katkı sağlamaktadır. Atıkların geri kazanımı konusunda yapılan önemli yatırımlar çağdaş atık yönetimine ulaşmamıza önemli katkılar sağlayacaktır.

Ülkemizdeki, Çevre Yönetimi Yüksek Lisans Programı ve Enerji Yönetimi Yüksek Lisans Programı birkaç üniversite bünyesinde açılmıştır. Fakat hem çevre teknolojileri konularını, hem enerji teknolojileri konularını, hem de çevrenin ve enerjinin yönetimi konularını bütünsel şekilde birbiriyle bağlantılı olarak kapsayan Çevre-Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Yüksek Lisans Programı Türkiye’de henüz hiçbir üniversitede mevcut değildir.

Disiplinlerarası (mühendislik, yönetim, işletme, finans vs.) bir yüksek lisans programı olarak ülkemize bilimsel açıdan büyük fayda sağlayacağı öngörülerek açılması önerilen Maltepe Üniversitesi Çevre-Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Yüksek Lisans Programı; ülkemizin çevre ve enerji alanlarında kendine has ihtiyaçlarını duyarlılık ve bağlılıkla tanımlayabilecek, bu ihtiyaçların karşılanabilmesi için Ülkemiz öz kaynaklarından azami ölçüde istifade edilmesini sağlayacak teknolojiler ve yönetim planları geliştirip, kamu-üniversite-sanayi işbirliğine önem vererek, bu yeni teknolojileri ve yönetim planlarını sahada hızla uygulamaya koyabilecek, uzmanlar yetiştirerek ülkemizin çevre sorunlarının çözülmesine, enerjide tam bağımsızlık hedefine ve sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

ÇEVENTAM, “Çevre” ve Enerji” alanlarında bir sanayi şehrinde sanayiyle işbirliği içinde kesintisiz bir akademik gelişim ortamı oluşturulacak, öğrencilere teorik bilginin yanısıra çevre ve enerji alanlarında dünyadaki yeni teknolojik uygulamaları, ekonomik ve politik gelişmeleri de takip edebilecek, bu doğrultuda yeni yönetim planları oluşturabilecek bilgileri de kazandırmaktadır. ÇEVENTAM, İstanbul’un çevre ve enerji alanında hem teknoloji hem de yönetimsel anlamda aradaki bağı kuran bütünsel olarak eğitim veren bir araştırma merkezidir. ÇEVENTAM'da, firmaların çevre ve enerji alanında personelini yetiştirmeye yönelik talepleri karşılanabilecek, öğrenciler tez çalışmalarını sanayi ile işbirliği içinde yapma imkanı bulacak ve kamu-üniversite-sanayi işbirliği kuvvetlenecektir. 

Kaynaklar: 

https://assets.kpmg.com/content/dam/kpmg/tr/pdf/2018/02/sektorel-bakis-2018-enerji.pdf

http://webdosya.csb.gov.tr/db/ced/icerikler/gostergeler-2016-20180618144826.pdf