İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi | Ölümcül Bir Hastalığa Yakalanmış Mahkûmlar Konusundaki Görüşümüz
İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi

Ölümcül Bir Hastalığa Yakalanmış Mahkûmlar Konusundaki Görüşümüz

Paylaş

İSTANBUL VALİLİĞİ İNSAN HAKLARI İL KURULU İSTEĞİ ÜZERİNE MERKEZİMİZCE HAZIRLANAN GÖRÜŞ:

 

T.C. Maltepe Üniversitesi

İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinin

Ölümcül bir Hastalığa Yakalanmış Mahkûmlar Konusundaki Görüşü

 

Ölümcül bir hastalığa yakalanmış veya mutlaka bir başkasının bakımına muhtaç mahkûmların, bizzat veya avukatlarının başvuruda bulunmalarına gerek kalmaksızın, mahkûmiyetlerinin kalan kısmını yakınlarının yanında geçirebilmelerine ve onayları alındıktan sonra gerekli işlemlerin re’sen ve zorunlu olarak cezaevi yönetimi tarafından yürütülmesine imkân verecek yasal düzenlemelerin yapılması, insan hakları bakımından ve onların korunmasını olanaklı kılan insan onuru açısından gerekli görünüyor.

 

Bu gereklilikle ilgili etik, hukuksal ve pragmatik gerekçeler aşağıda belirtilmiştir.

 

Konuyla ilgili Uluslararası Belgelerde şu ifadeler yer almaktadır:

− İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, madde 25.1’e göre:

“Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyinme, konut ve tıbbî bakım hakkı vardır. Herkes işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.”

 

− Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, madde 12/d:

“Hastalık halinde her türlü sağlık hizmetinin ve bakımının sağlanması için gerekli şartların yaratılması”nı talep ediyor.

 

− Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi (1981):

“Her hastanın onurlu bir şekilde ölmeye hakkı” olduğunu belirtiyor.

 

− Avrupa’da Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi (Amsterdam, 1994)’nde de aynı talep şu şekilde dile getiriliyor:

“Hastalar yaşamlarının son döneminde insanca bakılıp, onurlu bir şekilde ölme hakkına sahiptirler”.

 

* Mevcut durum ve yolaçtığı sorunlar

Hukuksal durum:

− Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinin belirlendiği Anayasanın 104. Maddesinin 2. fıkrasının b bendinde yer alan, Cumhurbaşkanının “yürütme alanına ilişkin” yetkileri arasında “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak” da bulunuyor.

 

− Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (No. 5485, kabul tarihi: 6.4.2006) da ise şöyle deniyor:

“(2) Mahkûmiyete konu suç nedeniyle doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukuki sorumlulukları saklı kalmak üzere;

  1. Kadın veya altmışbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları altı ay,
  2. Yetmiş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları bir yıl,
  3. Yetmişbeş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları üç yıl,

veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine hükmü veren mahkemece veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkeme karar verebilir.”

− Üçüncü Adli Tıp İhtisas Kurulu “ Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebepleri ile belirli kişilerin cezalarının hafifletilmesi veya kaldırılmasına ilişkin işlemler hakkında” bilimsel ve teknik görüş bildirir. (Adli Tıp Kurumu Kanunu, madde 16, II c)

Halen izlenen yol: 

− Bu yol, ekte (Ek 1) sunulan, T.C. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 01/01/2008 tarihli ve B.03.0.CİG.0.00.00.05/010.06.02/19 sayılı “Özel Af Taleplerinde Yapılması Gereken İşlemler Hakkında Genelge”sinde belirtilmiştir.

 

* Uygulamadaki sorunlar

Ulusal ve uluslararası yasal mevzuata göre, Devlet tutuklu ve hükümlülere sağlık hizmetleri vermekle ve gözaltına alınan noktadan infaz bitene kadar ortaya çıkan hastalıkların tedavisini üstlenmekle yükümlü olmasına rağmen, uygulamada gerçekleşen sağlık hakkı ihlalleri, yaşam hakkı ihlallerine dönüşmektedir. Bunun başlıca nedenleri, ceza infaz kurumlarının çoğunda kadrolu doktorun bulunmaması, bürokratik işlemlerinin uzaması, Adli Tıp Kurumunun raporlarının çok gecikmesi −bazan da mahkûmun veya tutuklunun ölümüyle sonuçlanması− ve “kamuoyunu da hesaba katmak gerekir” zihniyetiyle hareket eden ilgili mensupların olması ve bu gibi nedenlerdir.

 

* Sonuç

Sorunların olabildiğince azalması için Ceza ve Güvenlik Tedbirleri İnfazı Hakkında Kanun’da değişiklik yapılmasını gerektiren ve yukarıda belirtilen etik gerekçelerden başka, pragmatik bir gerekçe de, cezalandırmanın temel amaçları arasında yeralan özel ve genel önleme nedenlerinin, ölümcül bir hasta için geçersiz olmasıdır.

İlerlemiş yaş ölçütü esas alınarak yapılan, cezanın konutta infazına ilişkin düzenlemenin, ölümcül bir hastalığa yakalanmış mahkûmlara da uygulanması ve bu insanların kalan yaşama sürelerini yakınlarının yanında geçirebilmesi uygun olur.

Mevcut sorunların giderilmesi için, özellikle bürokratik işlemlerin azaltılması ve işlemler için süre sınırlamaları getirilmesi önemli görünüyor.

Yapılacak değişiklikte aşağıdaki noktaların gözönüne alınması yararlı olur:

  • Cezaevi hekiminin −ya da “Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı Arasında Ceza İnfaz Kurumlarındaki Sağlık Hizmetlerinin Düzenlenmesi Hakkında Protokol”de belirtilen bir hekimin− talebi üzerine ve hasta mahkûmun onayıyla, Cezaevi Müdürlüğü hastayı tam teşekküllü resmi bir hastaneye –ya da her ilde önceden belirlenecek bir hastaneye− re’sen sevk edebilmeli ve Adalet Bakanlığına bilgi vermelidir. İlgili işlem, hastalığın özelliğine göre en kısa zamanda gerçekleştirilmelidir.
  • Bu hastane raporunun Adli Tıp Kurumundaki işlemi ençok bir hafta içinde tamamlanmalı; bu Kurum tarafından bir hafta içinde görüş bildirilmediği takdirde, hastane raporu geçerli sayılmalıdır.
  • Bu tür hastaların, nakilleri sırasında kelepçelenmemeleri uygun olur.
  • Halen kullanılmakta olan “sürekli hastalık” kavramının daha açık hale getirilmesi ve ne gibi durumları kapsaması sözkonusu olduğunun daha belirgin hale getirilmesi gerekli görünüyor.

 

İnsan haklarının gerektirdiklerini ölümcül bir hastalığa yakalanmış mahkûmlar için yerine getirmek ve onları insan onurunu zedeleyen bir duruma düşürmemek, bunları yerine getirenlerin insan olma bilincinin bir gereği; ayrıca, devlet denilen insansal-hukuksal kurumun en temel varlık nedeninin, yurttaşlarının insan haklarını kendileri talep etmeden korumak olduğu bilincinin de bir gereği olsa gerek.

Saygılarımla arzederim.

 

Prof. Dr. İoanna Kuçuradi

Müdür